7 Ocak 2009 Çarşamba

annelik düzeni





luce irigaray, ben sen biz adlı kitabının “annelik düzeni” başlıklı bölümünde psikanalizde bebeğin kendini anneden ayrı görmediği, bir kaynaşma ilişkisi yaşadığı, bebeğin anneden ayrışmasının ancak üçüncü kişi olan babanın ve dilin düzenine girmesiyle olabileceği yargısını anne karnında anneyle bebeğin plasenta sayesinde çoktan ayrışmış bir ilişki yaşadıklarını ileri sürerek çürütüyor. anne karnında üçüncü kişinin fonksiyonunu plasenta oynar.

önce plasentanın ne olduğunu vikipedia’dan alıntılayalım:

“besin maddelerini anneden alabilmek için, embriyo hücrelerinden bir kısmı plasentayı oluştururlar. plasenta anneyle bebek arasındaki besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişini sağlayan yapıdır. plasenta yeni hücre gruplarının yani dokuların oluşması için gerekli olan besinleri ve oksijeni özenle seçer ve bunları bebeğe taşırken, atık maddeleri ayırarak onları da annenin vücuduna gönderir.

plasenta anne ve cenine ait iki dolaşım sistemini kusursuzca ayırır. gazlar, besin maddeleri ve atıklar anne ve ceninin kanları arasında değiş tokuş edilir. fakat amniyon sıvısı ve ayrı dolaşım sisteminden oluşan bu fiziksel bariyerler bebeğin hayatta kalması için yeterli değildir. bunlar ancak kısmen başarılı olabilir.
plasentanın yapısına daha yakından bakıldığında, bu duvarı oluşturan trofoblast hücrelerinin kan için özel olarak tasarlanmış bir bariyer oluşturdukları görülür. embriyo, annenin dokularıyla çok yakın bir bağlantı içindedir. Bir yandan anneden gelen kanın içindeki maddelerle beslenirken, bir yandan da annenin savunma hücrelerinin tehtidi altındadır. çünkü embriyo annenin vücudunda düşman kabul edilebilecek yabancı bir madde gibidir. dolayısıyla besinlerle birlikte anne kanındaki savunma hücrelerinin embriyoya ulaşmaması son derece önemlidir. ancak plasenta, annenin kanında bulunan savunma hücrelerinin embriyonun tarafına geçmesini engelleyen özel bir tasarıma sahiptir. annenin kanından alınan oksijen, besin maddeleri ve mineraller bu ince aralıklardan geçerek embriyoya ulaşır. ama savunma hücreleri daha büyük oldukları için bu aralıklardan geçmeyi başaramazlar.”

irigaray, helene rouch adında bir biyoloji öğretmeniyle söyleşerek konuyu ele alıyor. rouch, gebeliği başarılı bir organ nakline benzetiyor; ama daha da önemlisi rouch, anne ile bebek ilişkisini ben ve öteki boyutuna taşıyor ve plasentanın anne ve bebek arasında oluşturduğu hoşgörü mekanizmasını vurguluyor. bildiğimiz organ naklinde öteki olan organ, alıcının bağışıklık sisteminin reddetme mekanizmasını harekete geçirir; oysa gebelikte anne ötekiyi fark ettiğinde plasenta iki tarafı da koruyacak etmenleri devreye sokar. plasenta annenin ötekiyi tanımasını bastıran, önleyen otomatik olarak koruyucu işlevi gören bir mekanizma değildir. yani anne bir öteki olduğunu bilir ve onu hoşgörüyle kendine zarar vermeyecek bir şekilde kabul eder. hele hele bebek, anneyi tüketen bir parazit asla değildir. irigaray, bu ilişkiyi düzenli bir yapı olarak görür ve kaynaşma durumunda olmayan, birine ve ötekine saygı duyan bir yapı olarak betimler. yani aslında der irigaray “psikanalizde olduğu gibi ataerkil imgelemin çoğu kez bir bütünleşme, bir kaynaşma olarak sunduğu bu ilişkiler, aslında son derece örgütlü ve anne ile bebeğin yaşamına saygılı ilişkilerdir” (40).

dolayısıyla eril imgelemde var olan şu meşhur ana karnına dönme, anneyle bütünleşme, anneden ayrılma travması, anneyle bütünleşme arzusu gibi imgelerin ne kadar da asılsız olduğu görülüyor.

bir de kozmetik endüstrisinin plasentadan elde ettiği olağanüstü kâra değiniyor irigaray. anneye plasentanın nerede kullanılmak istendiği sorulmaz; irigaray, en azından bunun annenin çocuğa sunduğu bu armağanın, ticari ataerkil sistemin hiç hesaba katmadığı çocuğun anneye ödemek zorunda olduğu borcun simgesel olarak belirtilmesini sağlayabileceğini belirtir.

Hiç yorum yok: